Bloomberg TV, İş Dünyası Programına katılan OHSAD Genel Başkanı Op. Dr. Reşat Bahat, Hande Berktan’ın konuğu oldu.
Programda;
- Sosyal Güvenlik Kurumu sözleşmesi,
- SUT Fiyatları, Sosyal Güvenlik hizmetlerinin enflasyona göre güncellenmesi
- Fark alınmayan hizmetler,
- Yoğunbakımlara ilişkin yaşanan sorunlar,
- Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet,
- Sağlıkta Kalite Değerlendirmesi,
- İlaç sektöründe yaşanan sorunlar,
- Özel hastanelerin planlama, kadro sorunları, yeni hastane yatırımları,
- Sağlıkta dönüşüm,
- Şehir Hastaneleri gibi konularda görüşlerini bildirdi.
Sağlık sektörü deyince konu başlıkları çok fazla ancak en sıcak ve sizin gündeminizde ilk sırada olan Sosyal Güvenlik ve fiyatlar kısmı ile başlamak istiyorum. Buradaki sıkıntı tam anlamıyla çözülmüş değil. Nasıl bir yol haritası izlenmeli?
Gerçekten sağlık önemli. Biz 80 milyonluk bir ülkeyiz ama 800 milyon defa doktora gitmişiz. Yani hastaneye ya da doktora müracaat etmişiz. Sağlığa 1 yıl içinde müracaat sayısı 9’a yaklaşmış. Demek ki vatandaşı çok ilgilendiren bir durum. Ben bazı erkeklerin yılda 9 kez markete bile gittiklerine inanmıyorum. Tabi hayatımızın en önemli parametresi sağlık. Sosyal Güvenlikle 2006 yılında bir sözleşme imzaladık. O sözleşmeyi imzalarken endişelerimiz vardı. Siz fark alabileceksiniz, fiyatlar yıl bazında, enflasyon oranında artacak denildi. Buna ikna edildik. Türkiye’de şu anda 600’e yakın hastane bu sözleşmeleri yaparak hizmet sunuyor. Zaman içinde haklı olarak vatandaşın para öderken fakirleşeceği alanlarda siyaset fark almayı yasakladı. Ama siyaset, Sayın Cumhurbaşkanı şunu demek istedi; “Bunun parasını kamu versin ya da Sosyal Güvenlik versin. Bu alanlardan Sosyal Güvenlik Kurumu anlaşmalı hastanelerde, özel bir hastane bile olsalar vatandaşlarımızdan herhangi bir kaynak, para istenmesin.” Bu istek güzel. Önce acillerle başladı, çok makul ama bu isteğin arkasını kimse doldurmadı. Sayın Cumhurbaşkanının bundan haberi var mıdır, bilmiyorum ama 2006 yılından bu yana, bazı üniversite hastaneleri hariç 13 yıldır o fiyatlara hiçbir güncelleme yapılmadığı gibi bir sürü kalemde de indirimler yapıldı. Yani siz bir yoğun bakım hastasına 250 liraya tüm laboratuarları, ilaçları, temizliği, yemeği ile bakacaksınız, yoğun bakım ortamında bakacaksınız. Böyle bir şey bizim açımızdan artık sürdürülebilir olmaktan çıktı. Biz şu anda fark almadığımız kalemlerde -ki bunlar bizim hizmetlerimizin tam olarak yarısını oluşturuyor- verdiğimiz hizmetlerin parasını fark ödemek durumunda olan bölümlerden temin etmek zorunda kalıyoruz. O sebeple özel hastaneler pahalı hale gelmeye başladı. Vatandaşın giderek ulaşamayacağı, seyredeceği, giderek daha önceki zengin azınlığın hizmet aldığı hastaneler olmaya başlıyor ve tabi ki nitelikli alanlara yatırım yapmamaya başladı. Şimdi İstanbul ve birçok büyük ilde yoğun bakımların çok arandığı bir dönemdeyiz, yoğun bakım problemleri çıkmaya başladı. Çünkü kamu belli dönemlerde çok yoğun ve bu ihtiyacı karşılayamıyor ama özel sektör de bu alanlarda 5 yıldır düzenli zarar ettiği için yatırım yapmıyor. Yatırım yapmadığı zaman da henüz kamu sağlığını tehdit eder boyutta değil ama böyle giderse birkaç yıl içinde yoğun bakımlar ve başka alanlarla ilgili çok ciddi sıkıntılar bekliyoruz.
Son zamanlarda sağlık çalışanlarına şiddeti de çok duyar olduk. İnsanların canını emanet ettiği çok değerli doktorlarımız için bunu hiçbir zaman istemeyiz. Buna yönelik önlemler yeterli mi?
Sağlık çalışanları ve hekimler vatandaşın canını korumak için eğitildik. Tüm bilgimiz, donanımımız buna yönelik ama vatandaştan canımızı korumaya yönelik bir bilgimiz, donanımımız yok ve çok kırılgan bir sektörüz, hep naif olmak, kibar olmak durumundayız. Vatandaş kızgın olduğunda hep sessiz olmak zorundayız. Ancak bu kibarlığımız, naifliğimiz bazen saldırgan tepkilerle karşı karşıya kalıyor. Basın bu konuyu ele aldı ve duyurdu. Sizlere teşekkür ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız, Bakanımız Fahrettin Koca ve tüm parlamentonun desteği ile bir yasa çıktı. Tabi bu yasa sağlık çalışanlarına şiddeti cezalandıran bir yasa ama biz şiddet olmasın istiyoruz. Bize saldıranların cezalandırılması bizi mutlu eden bir şey değil. Evet, caydırıcı olsun. Herkesten hesap sorulur, hesap sorulmayacak kimse yoktur. Biz demokratik bir ülkeyiz. Adaletin önünde araştırılması lazım. Bu şekilde, acillerde özellikle travmatize durumlar olduğunda biz geri çekilmek durumunda kalıyoruz. Vatandaş fark etmediği, defansif, engelleyici bir tıp biçimi ile karşılaşıyor. Kimse hastaya dokunmayı istemiyor, hastaya dokunmaktan korkuyor. Bu çok daha tehlikeli. Sizin için hiçbir şey yapmayan ama sizinle ağlayan bir sağlık ordusu bulabilirsiniz karşınızda ve neden öldüğünüzü hiç anlamazsınız. Vatandaşın bilinçlenmesini istiyoruz.
Bu fiyat politikası ile bu kalitenin bir yere kadar sürdürülebilir olduğunu söylediniz. Sağlıkta kalite değerlendirilmesi yapılıyor mu? Burada kriterler nedir?
Türkiye dünyada uluslar arası akreditasyonun en yoğun olduğu ülkedir. Amerika Birleşik Devletlerinden sonra en fazla uluslar arası akreditasyona sahip hastane Türkiye’de var. Bu tabi sağlık turizmi ve bir sürü şeyin tesadüf olmadığını gösteriyor. Artı Sağlık Bakanlığının kalite akreditasyon değerlendirmeleri kuvvetlidir. Bu anlamda çok iyi denetlendiğimizi vatandaşın bilmesini isterim. Ama bir eleştirim var. Ben çok uzun dönemdir sağlık işletmeciliği yapıyorum. Problem çıkmadığı, yani bir vatandaş şikayeti olmadığı takdirde Sağlık Bakanlığı tarafından denetleme yapılırken hep binalarımızın duvar yükseklikleri, kapı genişlikleri gibi fiziki koşullar ve teknoloji değerlendirilir. Ancak çıktılarımızın değerlendirildiğini görmedim. Mutlaka hastane içindeki kalite bölümleri bunları tek tek yapıyor. Ama çıktılarımız düzenli olarak değerlendirilip buna yönelik eğitimler verilse çok daha iyi olabilir. Yani sağlık kalitesi girdilerle değil, çıktılarla değerlendirilebilir. 100 milyon muayene yapabilirsiniz ama acaba bu 100 milyon muayenenin sebebi vatandaşın bir türlü doktordan tatmin olamaması ya da şifa bulamaması gibi şeyleri sizin çok daha fazla masa üstüne yatırmanız gerekiyor. Bu dönemde Sayın Bakanımızın sektörün çok içinde ve donanımlı olduğunu biliyor ve inanıyoruz ve eminim bu tür tartışmaları seçimlerden sonra daha fazla yapacağız.
Sağlık sektörü deyince yan tarafta ilaç sanayi var. Son dönemde kimi ilaçların ‘yok’a düştüğüne yönelik eleştiriler oluyor. Özellikle ithal ilaçlarda yaşanıyor. Bunun nedeni nedir?
Bizim Sosyal Güvenlikle yaşadığımız fiyat güncellemesi problemini aslında ilaç sektörü de yaşıyor. Bazı ilaçlar çok hayati ama onları getirmek karsız. 1-2 liralık ilaçlar ama düzenli kullanmadığınızda hayatınızı etkiliyor. Tabi onu o kadar karsız hale getirdiğinizde kimse ithalatını yapmak istemiyor. Bu durumda bazı ilaçların bulunmasında ciddi sıkıntılar yaşanabiliyor. Bir de tabi salgın döneminde daha fazla kullanılması gereken antigripal ilaçlar var. Onların stokunu yapmanıza çok fazla imkan yok. Ne zaman salgın olacağını ve kaç kutu ilaç kullanacağınızı bilmeniz zor. Yine de Türkiye ilaç işini çok iyi yönetiyor. Hem ilaç işverenlerini hem de ilaç sektörünü ve hem de Bakanlığı tebrik ediyorum. Yok’a giren ilaç sayısı yine de diğer ülkelerden daha az diyebilirim. Ama ilaç sektörünün de problemi bizim sektörümüzde olduğu gibi çok fazla. Orada da yaşanabilecek sıkıntılar karşısında çok ciddi mağduriyetler doğabilir. O sektörle de konuşulduğunu biliyorum ve hatta bizim sektörümüzden daha fazla konuşuluyor. Orada muhtemelen sayı daha az, onun için oluyor. 270 bin çalışan barındırıyoruz, çok fazla çeşitliliğimiz var. 567’si özel hastane olmak üzere 2000’e yakın hizmet sunan kurum ve kuruluş var. Ama bu Sosyal Güvenliğin fiyat politikası kamu hastanelerini de çok fazla sıkıntıya uğratıyor. Özellikle üniversite hastanelerini ciddi sıkıntıya uğratıyor. Buradaki sıkıntıları sizin çok fazla duymuyor olmanızın sebebi, neticede Maliye Bakanlığı o yılın sonunda bütçe açık verdiğinde bir kamu ya da üniversite hastanesine haciz gitmesine imkan olmadığı için oraya bir kaynak transferi yapıyor. Sosyal Güvenliğin bize vermediği parayı arkadan dolanarak onlara ödemiş oluyor. Şöyle ifade edeyim; Sosyal Güvenlik Kurumundan kamu hastaneleri işlemini yapmak için 45 lira alıyor. Ama yıl sonunda ilave 55 lira da Maliye Bakanlığından alıyor. Maalesef biz fark alınmayan kalemlerde tüm bu işlerimizi sadece o 45 lira ile yapıyoruz. Bize arkadan dolanarak para verilmesi diye bir şey yok. Biz sadece vatandaştan alınan fark ücretleri ile karşı karşıya kalıyoruz. Orada da maalesef bu fark ücretleri ile bu hizmetleri sunamayıp, bu ücretleri geçmek zorunda kalıyoruz. Yasal olmayan bir şekilde sağlık hizmeti sunmak zorunda kalıyoruz.
Özellikle 2 yıldır kış mevsiminde salgınları çok görüyoruz. Salgınların önüne nasıl geçebiliriz, bu yönde paylaşacağınız tavsiye olur mu?
Biz öpüşmeyi çok seven bir milletiz. Tanıyan tanımayan herkes birbirine sarılıp öpüşüyor. Bu bizim kültürümüzün bir parçası ama kış aylarında bunu azaltırsak sanırım iyi olacak. İkinci olarak aşıya karşı nedense memlekette bir direnç başladı. Aşı konusunda kamunun da ciddi tavır sergilemesi lazım. Tabi grip aşısı zorunlu olan aşılardan bir tanesi değil ama oldukça etkili ve yüzde 70 oranında başarılı neticeler veriyor. Yaşlıları, gebeleri ve çocukları koruyor. Sağlıklı insanın da bunu yaptırması gerekiyor. Yine büyük şehirlerde düzenli uyku önemli bir şeydir. Düzenli uykunun da salgınlara karşı direnci artırdığını düşünüyoruz. Bir makalede okudum, neticede her gün günde 7 milyon insan neredeyse dünyayı dolanıyor. Bu nedenle dünyanın herhangi bir yerinde olan problemin 48 saat içinde sizin ülkenizde olması çok mümkün. Bundan sonra bu salgınları çok daha fazla duyacağız ve aşıdan başka çok korunma yöntemi de yok gibi görünüyor. Özellikle el hijyenine dikkat etmek gerekiyor. Hasta olanların karşı taraftaki insanları da koruması gerekiyor.
Hastanelerdeki ekipmanların yerlilik oranı, yerli üretim oranı ile ithal ve yerli arasındaki oran nedir?
Dünyanın 15-17.’si civarında giden, büyük bir ekonomisiyiz. Ancak tıbbi malzeme ve sarfta bu büyüklüğe yakışmayacak bir ekonomik küçüklüğümüz var. Dünyadaki sarf ve malzemenin sadece yüzde yarımı Türkiye’de üretiliyor. 200’de 1’i Türkiye’de üretiliyor. Bu eleştirilecek bir konu ama bu konuda çok ciddi bir uyanış var. Hatta Cumhurbaşkanımız bir konuşmasında benim talimatıma rağmen buna uyulmadığını ve yerli üretimin yeterince desteklenmediğini görüyorum, demek zorunda kaldı ki burada da ciddi bir irade var. Konunun desteklenmesi lazım. Bir ürünün bir gelişim evresi var. İlk günde dünyadaki büyük rakiplerinizle aynı kalitede ürünü çıkaramayabilirsiniz ama size fırsat verilirse mükemmele doğru bir yolculuk başlıyor. Hem ekonomik fırsatların verilmesi hem de bizim kullanıcı olarak yerli ürünleri mümkün olduğu kadar desteklememiz, tercih etmemiz lazım. Kamu alımlarında da tercih edilmesi lazım. Çünkü aslında bu ürünlerin Türkiye’de üretilmesi bizim için çok önemli. Yoksa yatırımcının kimliği ile, paranın sahibi ile ilgilenmiyoruz. Yeter ki Türkiye’de üretsinler, Türkiye’de üretilen her ürün bizim için yerlidir. Benim üretmem ile bir İngiliz’in üretmesi arasında bence teknik bir fark yok. Bizim işçilerimiz, bizim mühendislerimiz çalışıyor. Böyle bir yöntemi uygulayabilirsek ve geliştirebilirsek bu çok büyüyecek, gelişmeye açık bir Pazar. Genç bir nüfusumuz var. Evet, eğitim kalitemiz tartışılabilir ama gençlerimiz bu açıklarını eminim kapatırlar. Eğitim okulla bitmeyip hayat boyu süren bir şeydir. Siyaset doğru karar verirse ülkenin genç nüfusuyla önünün çok açık olacağına inanıyorum.
Sağlık kuruluşlarının yatırımları açısından 2018 yılını nasıl geçirdiniz? Bu kapsamda 2019’u nasıl görüyorsunuz?
2018 yılı özellikle ikinci yarısında çok sıkıntılı bir yıl oldu. Özellikle hem yatırımda yakalananlar hem de borçlu olan sektörümüz için döviz ve faiz dalgalanması çok sıkıntılıydı. Bir ara yüzde 40-50’yi bulan devalüasyonu ve faizi yönetmek ve o stres altında hastaneyi yönetmek çok zordu. Bir durum var; En azından orta vade geleceği görebilir hale geldik. Yatırımlarda özellikle özel sektör durma noktasına geldi ama bu piyasadaki dalgalanmaların ötesinde biz hedefsiz kaldık. Sağlık Bakanlığımız branş vermiyor, doktor vermiyor. Yatak artışına müsaade etmiyor, birleşmeleri ödüllendirmiyor. Üniversitelerle afiliye olmanın önü kapatılmış. 10 milyar dolarlık sağlık turizmi hedefi konulmuş ama bu hedefe sivilce patlatarak ilerleyemezsiniz. Bu hedef için karaciğer nakli, kemik iliği nakli yapıyor olmanız, büyük kanser operasyonları ve radyoterapi yapıyor olmanız lazım. Tüm bunları yapabiliyor olmanız için de bir büyüme stratejinizin olması lazım. Bakanlığın size bir hedef koyması gerekir. Sağlıklı büyümeyi, rekabeti forse etmesi gerekir. Bakanlıktan bu tür şeyler bekliyoruz, bunların tartışılmasını bekliyoruz. Bir de neticede ne yaparsanız yapın sağlığın yüzde 90’ı iç piyasadadır. Amerika’da da, İngiltere’de de, Türkiye’de de bu böyledir. Yani milyarlarca dolar sağlık turizmi de yapsanız aslında büyük kitle iç Pazar kitlesidir. İç Pazar dengesiz olduğunda, yani Sosyal Güvenlik o güncellemeleri yeterince yapmadığında sizin dış pazara hizmet sunacak cihazları, teknolojiyi ya da personeli alıp o kaliteyi sağlamanız çok zor gözüküyor. Birincisi Sosyal Güvenlik hizmetlerini güncelleyecek ve enflasyon ya da deflatör oranında bir artış yapacak, ikincisi Sağlık Bakanlığı bu hizmetin önünü açacak ve uluslar arası rekabette bizi güçlendirecek olan rekabetin ve büyümenin şartlarını önce bize bildirecek.
Genel olarak özetlemek gerekirse aslında sağlıkta ciddi anlamda yapısal reformlara ihtiyaç var diyorsunuz, değil mi?
Evet, aslında 2002’den 2008’e kadar müthiş bir sağlıkta dönüşüm programı izledik ve tüm dünya bize bunu sordu. Biz de gururla anlattık ve çok büyük yatırımlar oldu. 2002-2008 yılları arasında özel sağlık sektörü, kamu da dahil olmak üzere inşaattan sonra hızlı büyüyen ikinci sektör oldu. Ama 2008-2012 bir durgunluk döneminde geçti. 2012’den sonra düzenli olarak zarar eden bir sürü sağlık grubu olmaya başladı. Güzel işler yaptık. Doğru. Ama yaptığımız güzel işlere hayran olmamalıyız. Hayat dinamik, sağlık da dinamik. Yaptığımız işlerin dönüşüme ihtiyacı var. Yeni bir devrime değil ama yeni bir dönüşüme ve bunun tartışılmasına ihtiyaç var. Çünkü sorunlar çok büyüdü. Yamama ile olacak gibi değil.
Özellikle Amerika’da daha uzmanlaşmış hastaneleri yapıldığını görüyoruz. Orada büyük hastanelerden ziyade daha küçük ama uzmanlık hastanelerine gidilirken bizdeki yapı daha çok şehir hastaneleri şeklinde. Bu yapılanmayı nasıl görüyorsunuz, buradan tam, etkin bir verimlilik alınabilir mi?
Benim bir özel sektör temsilcisi olarak bu projeyi çok eleştiriyor olmam kamunun yatırım yapmasını istemiyorlar, özel sektörün büyümesi ve gelişmesi için kamunun zayıf olması lazım şeklinde anlaşılabilir. Türkiye’de biz o dönemin geçtiğini biliyoruz. Yani Türkiye’de kamunun yetersizliğinden beslenen bir özel sağlık sektörü mantığı artık yok. En azından 5-6 yıldır yok ve çok değerli kamu yatırımları yapıldı. Evet, bizim de eleştirimiz bu kütlelerin biraraya gelmesi bir ölçek ekonomisi yaratabilir, maliyette düşüş yaratabilir. Ama bunların hizmet akışı iyi düzenlenmezse bir kara delik haline gelebilir, gibi eleştirilerimiz vardı. Fakat bu hastanelerin 5-6 tane branş hastanesi olduğu yani her birisi kendi alanında müthiş işler yapacak olan hastaneler olacağı, bu konuda kaygı duymamamız gerektiği söylendi. Buna yönelik bir planlama olduğunu duyuyoruz ama hala endişelerimiz var. Bunlar Türkiye’nin neticede hepimizin parası ile yapılan şeyler. Liderliğini Cumhurbaşkanımız yapıyor olsa da neticede ülkenin kaynakları kullanılarak yapılıyor. Bunlar oldu. Açılanların işlemesi için mutlaka özel sektör de dahil olmak üzere herkesin yardımcı olması lazım. Yoksa bu 15-20 milyar dolarlık bu yatırımlar ödeme dönemlerinde Türkiye’yi çok ciddi sıkıntıya sokabilir. Özel sektör olarak bize ne görev düşüyorsa yapmaya hazırız. Bize sorulmadı, fikrimiz alınmadı, ne olursa olsun, deme lüksümüz yok. Bunlar bizim. Bunlar en az bizim hastanelerimiz kadar bizim ve bunların bundan sonra işletilmesi için biz özel sağlık sektörü olarak Bakanlığa, Cumhurbaşkanlığına ya da nereye, hangi katkıyı yapmamız gerekiyorsa yapmamız lazım. Uzun vadede Türkiye için iyi olabilir, farklı yönetilirse iyi de olabilir.